Ceza hukuku, hukuk düzenini ihlal eden haksızlıklarla ilgilenir ve temel görevi toplumsal yaşam düzeninin değerlerini koruyarak bireylerin sağlıklı, güvenli, özgür ve demokratik bir ortamda yaşamalarını sağlamaktadır.
Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz ilkesinden hareketle müvekkillerimiz hakkında cezai takibat ve işlemlerde AİHS ve evrensel insan hakları kaideleri ve Anayasal temelde kişilerin temel hak ve hürriyetleri esas alınarak avukatlık hizmetleri verilmekte, hukuki danışmanlık yapılmaktadır.
Ceza yargılaması üç ana unsurdan oluşur; iddia, savunma ve yargılama. Savunma hakkı, kendisine bir suç isnat edilen kişinin, söz konusu suçu işlemediğini yani masum olduğunu, eylemin meşru müdafaa, zorunluluk hali vs. sebeplerle işlendiğini, işlemiş olmasına rağmen daha az cezayı hak ettiğini veya kişisel cezasızlık sebeplerinin varlığı halinde cezalandırılmaması gerektiğini, yargı makamları önünde ileri sürebilmesidir.
Öncelikle kişiye isnat edilen suç bakımından, öncelikle suçun varlığını tespit etmek için, dört unsur incelenir. Birincisi, suçun kanunda yer alan tanımına uygun olup olmadığı, ikincisi maddi unsur, üçüncü olarak hukuka aykırılık ve son olarak da manevi unsur diğer bir deyişle kast veya taksir. Eğer bu unsurlardan biri eksikse bu halde bir suçun varlığından, dolayısıyla ceza verilmesinden söz edilemez.
Bir suçun varlığının söz konusu olduğu hallerde de, bu defa sanığın hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı halinde ceza almaması veya cezayı azaltan sebeplerin örneğin haksız tahrik olması halinde daha az ceza ile cezalandırılması söz konusu olacaktır. Ceza Hukuku
Hukuk özel ve kamu hukuku olmak üzere ikiye ayrılmıştır. bireylerin arasında özel hukuktan doğan uyuşmazlıklara hukuk mahkemeleri bakmakta iken, kamusal müeyyidelere bağlanmış kısıtlamaların aşılması neticesinde bireyle devletin karşı karşıya geldiği davalara ceza mahkemeleri bakmaktadır.
Gerçek veya tüzel kişiler suçun faili olabilmektedir. Tüzel kişiler açısından hukuki müeyyideler kanunda özel şekilde düzenlenmiştir. Gerçek veya tüzel kişiler hakkında suç duyurusunda bulunabilmek için evvela hukuka aykırı bir eylem gerekmektedir. Ve hukuka aykırı bu eylem ayrıca Türk Ceza Kanunlarında suç olarak belirlenmiş olmalıdır. Hukukta buna KANUNİLİK İLKESİ denilmektedir.
Suç duyurusu suçun işlendiği yerdeki adliyenin müracaat savcılığına verilecek dilekçe ile mümkündür. Dilekçe ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılmış olmalıdır.
Dilekçede şu hususlar yer almalıdır:
Tüm hususlar dikkate alındığında uzman bir avukat ile çalışmak kişilerin hak kayıplarının yaşanmaması açısından çok önemlidir.
Bir dava dosyasında tanık olarak bildirilmişseniz duruşmaya gitmek zorundasınız. Duruşmaya gitmemeniz duruşmanın ertelenmesine sebebiyet verir ve iş gücü kaybına sebebiyet verir. Hukuk davalarında taraflar dinlenmenizde ısrarcı olursa, ceza davalarında ise her halükârda duruşmada tanıklığınıza müracaat edilecektir. Aksi halde hakkınızda zorla getirme kararı verilir.
Tanıklık kanunen kamu görevi sayıldığından dolayı kanunda zorla getirilme müeyyidesine tabi kılınmıştır. Belli başlı hallerde tanıklıktan çekinme halleri mevcuttur. Ceza Muhakemesi Kanuna göre aşağıdaki hallerde tanıklıktan çekinme hakkı mevcuttur:
“a) Şüpheli veya sanığın nişanlısı,
Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek durumda olmayanlar, kanuni temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler. Kanuni temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda karar veremez.
Diğer özel haller ve hususlar kanunda belirtilmiş olup ceza ve hukuk mahkemelerinde farklı değerlendirmelere tabidir.
Her bilimin ve bölümün kendine göre bir terminolojisi vardır. Hukuk ise hem kendi dilini oluşturmuş hem de hukukun her dalı için yeni bir dil var etmiştir. Bunun sebebi hukukun çeşitliliği ve içeriksel genişliğidir. Her geçen gün yenilenen ve gelişen dünyada yeni hukuksal durumlar yeni hukuki tabirler doğurmaktadır. Hukuksa var olan tabirlerini ya geliştirmekte ya da yeni tabirler benimseyerek kavramlarını çeşitlendirmektedir.
Soruya dönecek olursak Türk Ceza Hukukunun terminolojisine ait bu üç hukuki terim yargılamanın üç evresinde suçlu veya suçlu olduğu zannedilen kişiyi nitelemek için kullanılan ifadelerdir. Bilindiği gibi Ceza Yargılaması üç ana bölümden oluşur: soruşturma, kovuşturma ve infaz.
Soruşturma aşaması
Şikayet, ihbar veya başka bir yolla bir suçun işlendiği bilgisine veya izlenimine ulaşan Cumhuriyet Savcısının iddianame hazırlaması ve iddianamesinin Mahkemece kabul edilmesine kadar geçen sürenin tamamına soruşturma evresi denilmektedir. Soruşturma, kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evreyi de ifade etmektedir (CMK m.2/1-e). Cumhuriyet savcısı, kamu davası açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere işin gerçeğini araştırmak üzere soruşturma başlatır (CMK m.160/1). Soruşturma, kural olarak gizli, yazılı ve hızlı bir şekilde yapılır.
Kovuşturma aşaması
Soruşturma evresi tamamlandıktan sonra hazırlanan iddianamenin yargılamayı yapacak mahkeme tarafından kabulü ile kamu davası açılmış olur. İddianamenin kabulü ile başlayıp mahkemenin verdiği hükmün kesinleşmesine kadarki sürece kovuşturma evresi denilmektedir. Kanunen soruşturma evresinde gizlilik ilkesi hakim iken kovuşturma evresinde aleniyet ilkesi hakimdir ve bu ilke gereği kanuni istisnalar haricinde bütün işlemler yargılanan kişinin ve kamunun bilgisi dahilinde gerçekleşmektedir.
İnfaz aşaması
Kovuşturma aşaması sonunda verilen kararın kesinleşmesi ile verilen hükmün suçlu olduğuna hükmedilen kimsenin hakkında kurulan adli para cezası veya hapis cezası veya sair hukuki yaptırımlara ilişkin kısıtlamaların takibine ilişkin aşamadır.
Ceza Muhakemesi Kanununda madde 2’de yer alan tanımlarda soruya konu terimler şu şekilde yer almaktadır:
Tanımlar Madde 2 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında;
, d) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı,
Soruya dönecek olursak soruşturma evresinde suçlu olduğu düşünülen kimseye SÜPHELİ; Kovuşturma evresinde yargılanan kimseye SANIK ; kişi ile ilgili hükmün kesinleşmesi sonucunda hakkında hüküm verilen kimseye HÜKÜMLÜ denilmektedir. Sanığın ve şüphelinin avukatı bu aşamada müdafi olarak adlandırılmaktadır.
Ceza muhakemesi kanununda bir yenilik olarak düzenlenmiş olan adli kontrol tedbirleri hukuken bir koruma tedbiri olup tutuklama tedbirlerinin neticelerinden doğan sakıncalara engel olmak adına alternatif olarak öngörülmüştür. Adli kontrol ve denetimli serbestlik farklı kurumlar olup; adli kontrol, hakkında hüküm kurulmamış kimselerin yargılama devam ederken tutukluluğun şartlarının oluşmadığı durumlarda belli kurumlara belli tarihlerde imza vermek, yurtdışına çıkmamak vs. gibi bir veya birkaç tedbir dahilinde serbest bırakılmasıdır.
Adli kontrol tedbirlerini kasten yerine getirmeyen kimse hakkında suç türü ve cezası ne olursa olsun yetkili yargı birimi tarafından derhal tutuklama kararı verilebilmektedir. Bu konuşa taktir ilgili yargı merciine aittir. Ali kontrol tedbiri kararına uymayan sanık/ şüpheli hakkında mahkeme gerekli görürse tutuklama ya da farklı bir adli kontrol tedbiri veya birden fazla adli kontrol tedbiri kararına hükmedebilir veya uyulmamış tedbrin aynen devamına karar verebilmektedir.
Burada şunu belirtmekte fayda var ki: bir kısım şüpheli/sanıklar hakkında hükmolunan kanuni azami tutukluluk süreleri dolduğu için adli kontrol altına alınarak tahliye edilmektedir. Azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle verilen adli kontrol tedbirinin ihlali halinde de mahkeme/hakimlik tutuklama kararı verebilir. Ancak, bu durumda tutuklama süresi ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde dokuz aydan, diğer işlerde iki aydan fazla olamaz (CMK md.112/2).
Herhangi bir yardıma ihtiyacınız olursa, lütfen bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin. 1 iş günü içinde size geri döneceğiz. Ya da aceleniz varsa hemen bizi arayın.
0312 220 21 44 / 0505 549 01 09
asahukuk36@gmail.com Pazartesi – Cuma 09:00-17:00