Medeni Hukuk genel olarak kamu hukuku ve özel hukuk olarak ayrılmaktadır. Roma Hukuku’ndan kaynaklanan bu ayrım Kara Avrupası Ülkelerinde uygulanmaktadır. Kamu hukuku ile özel hukuk arasındaki sınır her zaman, her yerde aynı olmadığı gibi kesin de değildir. Günümüzde bu ayrıma karma hukuk dalı da eklenerek her iki hukukun ortak özelliklerine sahip olan hukuk dalları ortaya çıkmaktadır.
Özel hukuk, bireyler arasındaki ilişkileri, eşitlik ve irade özgürlüğü ilkelerini esas alarak düzenler. Başlıca özel hukuk dalları; medeni hukuk, ticaret hukuku ve milletlerarası özel hukuktur.
Medeni hukuk, özel hukukun temeli sayılan ve düzenlediği ilişkiler bakımından en kapsamlı olan özel hukuk dalıdır. Kişiliğin elde edilmesinden sona ermesine kadar geçen süre içinde, ticari ilişkiler dışında kalan, tüm özel ilişkileri içine alır.
Medeni hukuk; kişi hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve borçlar hukuku olmak üzere kendi içinde beş ana hukuk dalına ayrılır.
Türk Medeni Kanunu
Yürürlükteki Türk Medeni Kanunu’muz 1 Ocak 2002 yılında yürürlüğe giren 4721 sayılı kanundur. Kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku ve eşya hukuku olmak üzere toplam dört kitaptan oluşur. Borçlar hukuku ise ayrı bir kanunla; 1 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu ile düzenlenmektedir.
Temel Kavramlar
Medeni hukukta hak kavramı, hakkın kazanımı, hakkın korunması, dava, kişi ve kişi türleri ile kişiliğin başlangıcı ve sona ermesi konuları bu hukuka temel oluşturmaktadır. Genel hatlarıyla incelersek:
Hak: Hukuken korunan ve sahibine bu korumadan yararlanma yetkisini tanıyan menfaattir. Hakkın kaynağı mutlaka bir hukuk kuralına dayanmaktadır. Hak kendi içerisinde kamusal haklar ve özel haklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır:
Kamusal haklar; kişisel haklar, sosyal haklar, ekonomik haklar ve siyasi haklardır. Örneğin, din ve vicdan hürriyeti kişisel haklardan olup; seçme ve seçilme hakkı siyasi haklardan; dinlenme hakkı da sosyal haklardandır.
Özel haklar; Mutlak haklar ve nisbi haklar olarak ikiye ayrılır. Mutlak haklar, hak sahibi tarafından herkese karşı ileri sürülebilen haklardır. Nisbi haklar ise, belirli bir şahsa veya sınırlı bir grup teşkil eden şahıslara karşı ileri sürülebilen haklardır.
Hukuki danışmanlık ve dilekçe yazımı.
Hakkın kazanımı, aslen kazanım veya devren kazanım yoluyla olur. Aslen kazanım, bir hakkın doğrudan doğruya ilk sahibi olarak kazanılmasıdır (iktisab edilmesidir). Devren kazanım ise hakkın bir şahıstan diğerine geçmesi ile yeni hak sahibinin hakkı kazanmasıdır.
Hakka uymak zorunda olanlar tarafından hakkın ihlal edilmesi durumunda hakkın korunması sorunu ortaya çıkar. Hakkın korunmasını sağlamak için başvurulacak temel yol ise dava açmaktır.
Hukuk düzenimizde iki tür şahıs (kişi) bulunmaktadır. Bunlardan biri gerçek kişiler, diğeri ise tüzel kişilerdir. Dernek ve vakıflar tüzel kişilere örnek gösterilebilir.
Gerçek kişilerde kişilik, çocuğun sağ olarak annesinin vücudundan ayrılmasıyla başlar. Tüzel kişilerde ise kişilik kanunun aradığı şekil ve şartlarda kurulumdan itibaren kazanılır. Gerçek kişilerde kişiliğin sona ermesi ölüm veya gaiplik (kaybolma) nedeniyle gerçekleşir. Tüzel kişilik ise infisah (dağılma) veya fesih (dağıtılma) yoluyla son bulur.
Nafakaya ilişkin hükümler Türk Medeni Kanununda düzenlenmiş ve Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiştir. Nafaka terimi temelde geçimini sağlayamayacak kimseye maddi olanak sağlanması için başka bir kimseyi maddi yükümlülük altına almayı ifade etmektedir. Evlilik birliği sona erdiğinde yoksulluğa düşecek eşe, evlilik sona ermeden boşanma davası aşamasında tedbiren, müşterek çocuğa veya akrabalık bağından ve sosyal yükümlülüğün gereği olarak akrabaya yoksulluk nafakası verilebilmektedir.
Kanunen 4 çeşit nafaka vardır:
Bu konuda uygulamada ve doktrinde kesin görüş bulunmasa da temelde dikkat edilecek husus yerel örf ve adet kurallarıdır.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 26.01.2016 Tarih, 2015/21024 Esas, 2016/1292 Karar sayılı ilamı; “…Kural olarak, evlilik sırasında kadına takılan ziynet eşyaları ve nakit para kim tarafından takılırsa takılsın, aksine bir anlaşma bulunmadıkça kadına bağışlanmış sayılır ve artık onun kişisel malı niteliğini kazanır….”
Ancak Yargıtay’ın son dönemde verdiği kararlarında şu hususa özellikle dikkat çektiği görülmüştür: Yargıtay’a göre ile erkeğe takılan takıların da kadına ait olduğu görüşünü benimsemiştir.
Bununla birlikte uygulamada düğünde takılan altın ve takıların evlilik birliğinin devamı süresince çeşitli sebeplerle bozdurulmak sureti ile elden çıkarılmış olduğunu görüyoruz. Ancak erkek, bu takıların karşılıksız ve geri ödenmemek üzere kendisine verildiğini, diğer bir deyişle ile kendisine bağışlandığını ispatlarsa, kadın artık bu takıları talep edemez. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 22.02.2018 Tarih, 2016/8760 Esas ve 2018/1566 Karar sayılı ilamı ile; “Somut olayda; dinlenen davalı tanıkları, davacının evden ayrılırken 6 adet bileziği davalıya rızası ile geri almamak üzere verdiğini, düğün borçlarının bu altınlarla ödenmesini istediğini ifade etmişlerdir. Hal böyle olunca mahkemece, 6 adet bileziğin, davalı tarafa bağışlama amacı ile verildiği ispatlandığından, 6 adet bilezik yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde bu ziynetler yönünden de talebin kabul edilmesi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 05.11.2015 Tarih, 2014/21125 Esas ve 2015/17417 Karar sayılı ilamı; “Kural olarak düğün sırasında takılan ziynet eşyaları, kim tarafından, kime takılırsa takılsın, kadına bağışlanmış sayılır ve artık kadının kişisel malı sayılır. Ne var ki mahkemece; tarafların düğünlerinde damada takılan 1 adet bilezik, 4 adet yarım altın, 47 adet çeyrek altın damada ait olduğu kabul edilerek sadece kadına takılan altınlar yönünden kabul kararı verilmiştir. O halde mahkemece yapılacak iş; hükme esas alınan bilirkişi raporunda, düğün sırasında geline ve damada takıldığı tespit edilen tüm takılar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi olmalıdır.” denilmek suretiyle bu husus açıklanmıştır.
Türk medeni kanunun bu konu hakkındaki düzenlemelerine içtihatların ışığında bakmakta fayda görüyoruz ve şunu belirtmek istiyoruz ki: erkeğe düğünde takılan kişisel mal sayılan eşyaların kadına takılmış sayılması hukuk mantığına aykırılık teşkil edecektir. Velhasıl örneğin erkeğe de ziynet eşyası olarak burma bilezik takılması hayatın olağan akışına aykırlık teşkil edeceğinden burada esas husus kişisel mal niteliği taşıyıp taşımadığı yerel örf ve adet kurallarının ne şekilde cereyan ettiğidir.
Herhangi bir yardıma ihtiyacınız olursa, lütfen bizimle iletişime geçmekten çekinmeyin. 1 iş günü içinde size geri döneceğiz. Ya da aceleniz varsa hemen bizi arayın.
0312 220 21 44 / 0505 549 01 09
asahukuk36@gmail.com Pazartesi – Cuma 09:00-17:00